gaziantep escort
Bugun...



Çoklu organ yetmezliği, şizofreni ve Türkiye…


facebook-paylas
Güncelleme: 24-01-2024 01:39:55 Tarih: 05-01-2024 07:57

Çoklu organ yetmezliği, şizofreni ve Türkiye…

Ne yazık ki;
insan vücudunda çeşitli organlarda

bozulmalar ve görevini yapamamalar söz konusu olunca,

bildiğiniz gibi adım adım “tablonun geneli” çöküş yoluna girer.

 

Sağlıklı insanın kalbi, böbrekleri, ciğerleri, midesi, dalağı, beyni, kan dolaşımı,

nefes alma ve yeme içme fonksiyonları ile beraber ahenk içinde çalışırken;
önce bir, derken iki organ pes etmeye başlayınca;

acı son, hızla “çoklu organ yetmezliği” adı altında belirmeye başlar.

 

Görevini yapmayan organlar,

birbirlerini kısa süreler içinde tetikleyerek; kaçınılmaz sona doğru getirirler.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı'nı, yani; 2023’ü yeni devirdiği şu günlerde yaşananlar,

maalesef; yukarıda tarif edilen tabloya doğru bir kayışa işaret ediyor.

 

Üst üste yaşadıklarımız,

her açıdan birbirinden çok farklı görevleri olan Cumhuriyet kurumlarının

ağır şekilde hastalandığını bize gösteriyor! 

Hatta; tıp üzerinden kullandığımız “çoklu organ yetmezliği”ne doğru kayışa paralel olarak,

yine başka bir tıbbi terimden, “şizofreni”den de neredeyse çift yönlü olarak söz edebiliriz.

 

ŞİZOFRENİ NEDİR?

 

“Şizofreni; etkilenen kişinin gerçeklikle bağlantısının belirli bir seviyede kesilmesiyle,

gerçekte var olmayan ses, görüntü veya duyuları algılaması;

gerçek olmayan olgulara inanması ve bu doğrultuda,

anormal ve bazen tehlikeli davranışlar sergilemesiyle tanınan, kronik bir hastalıktır.

 

Öyle ki;
kişinin yaşam kalitesini ciddi anlamda olumsuz etkileyebilir,

sosyal yaşamı tamamen engelleyebilir ve

uzun dönemde önemli komplikasyonlara yol açarak,

yaşamı tehdit edici bir boyut kazanabilir.”

 

ÜLKEMİZDE YAŞANANLARA GELİNCE:

 

En hafifinden başlayalım.

Hafif derken; tabii ki konunun evrildiği noktada,

ana hattı “spor müsabakası” olmasına karşın; hiçbir hafifliği kalmış değil.

 

Riyad’da yapılması planlanan Süper Kupa Finali,

artık neredeyse, dünyanın her yerinde sağır sultanın da duyduğu;

büyük bir skandal sonucunda iptal edildi, olay fiyasko boyutuna terfi(!) etti. 

 

Zaten; bu maçın yer seçimi baştan ofsayta düşmüştü.

Bu sütunda, sözde Riyad finalinden bir ay önce;

TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi’ye açık mektup yazmıştım.

Bakın, neler vardı içinde:

 

“Sayın Büyükekşi;
bugün size aktarmak istediğim konu, tahmin edeceğiniz gibi Türkiye Süper Kupa finalinin,

ülkemiz yerine; Suudi Arabistan’ın Riyad kentinde oynanacağını ısrarla ‘iddia’ etmeniz.

 

‘İddia’ diyorum, çünkü,
bunun gerçek olabileceğini düşünmekte gerçekten çok zorlanıyorum.

 

Bu karara karşı artan yoğun tepkilere rağmen;
dünkü bildirinizde,

‘Süper Kupa’nın yurtdışında oynanması projesi ve yetkisi,

Türkiye Futbol Federasyonu’na aittir’ 

söylemiyle, karar merciinin sadece kendiniz olduğunun altını, kalın kalın çizmekten çekinmediniz;

bu özellikle üzücü geldi bana…

Halkın sağduyulu çağrılarına, keşke biraz değer verseydiniz…

 

Sayın Büyükekşi;
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı'nda

Atatürk’ün anısı ve devrimleri her alanda heyecanla kutlanırken,

sizin; bu değerleri hiçe sayarcasına,

Türkiye’nin en güzide ve en çok taraftara sahip iki futbol takımının,

Türkiye’nin en büyük kupasının finalini,

Atatürk devrimlerinin tamamen karşıtı bir siyasal profil olan 

Suudi Arabistan’da oynatmaya kalkışmanız;

makamınızın temsil etmesi gereken sorumluluğu, uzaktan yakından yansıtmıyor.

 

Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un

‘Final, Atatürk ilkelerine karşı bir ülkede oynanmamalı’

sözlerini lütfen ciddiye alınız!

Galatasaray’ın kupa finalinin, Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanması teklifini, ciddiye alınız.”

 

Büyükekşi, tabii ki ciddiye almadı,

ne kulüp başkanlarının sözlerini,

ne Yüksek Divan Kurulları’nın çağrılarını,

ne benim,

ne de İsmail Küçükkaya’nın feryatlarını…

Sonuç malum.

Hiç pişmanlık duydu mu, gerçekten merak ediyorum…

 

AYM KARARLARINA ÖNCE CUMHURBAŞKANI SAHİP ÇIKMALI, ÇÜNKÜ:


Nedeni malum!

Türkiye’de Erdoğan, her şeyden önce;
kendi Cumhurbaşkanlığı koltuğunu, bugünkü Anayasa’ya borçlu.

 

İster Erdoğan’ı destekleyin, ister eleştirin ve karşısında olun, hiç fark etmez.

Bugünkü Anayasa (ve onun malum yorumları) sayesinde;

Erdoğan, bu ülkede Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaktadır.

 

Bakın çok basit konuşacağım:

Bir alt mahkeme

(ki, tüm diğer yargı organları, Anayasa Mahkemesi önünde alt yargı organıdır),

Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını uygulamamaya başladığında;
sistem alarm zilleri çalar!

 

Ardından; AYM yılın son haftasında yaptığı gibi

en sert şekilde gerekçeli kararını açıklayıp,

Anayasa’nın ve AYM’nin tartışılmaz üstünlüğünü hatırlattıktan sonra;
hala o Anayasa, bugün tekrar;
Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin

-Anayasa Mahkemesi'ni adeta hiçe sayarak-

yaptığı kabul edilemez çıkışla; askıya alınabiliyorsa,

bundan en büyük rahatsızlığı duyacak kişi, Erdoğan olmalıdır.

 

Çünkü; Anayasa artık uygulanmıyorsa,

o Anayasa’ya göre; Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın durumunu

tartışmaya açmak isteyecek olanlara, ne yanıt verilecektir?

 

Ülkeyi buna benzer münasebetsiz krizlere sokmamak için

Erdoğan, derhal; bu aymazlığa el atmalı ve

Yargıtay’a; AYM’ye daha fazla gölge etmemesi için kesin talimat vermelidir.

 

GAZZE GÖSTERİLERİ ŞERİAT ÇAĞRILARINA DÖNÜŞÜNCE…

 

Orta Doğu, her zamanki gibi kan gölü…

HAMAS’ın alçakça 7 Ekim’de başlattığı korkunç terör olaylarını

adeta fırsat bilen ve iç politikadaki ağır tartışılır durumunu kurtarmak için

bir bahaneye dönüştüren Netanyahu,

ne yazık ki; sivil, kadın, çocuk demeden;
on binlerce insanı gözünü kırpmadan öldürtmüştür.

 

Her iki tarafa yapılan “ateşkes çağrıları”na, ısrarla hayır diyen de Netanyahu’dur.

 

Dolayısıyla; vicdanı olan herkes bu katliamlara dur diyecektir, demektedir.

Fakat, vahşice katledilen çocuklara ve sivillere yönelik bu soykırıma varan saldırılara;
ülkemizde “dur demek” için yapıldığı söylenen gösteriler,

akıl almaz şekilde; adeta, Cumhuriyetimiz aleyhine kalkışmalara dönüşmektedir!

 

Geçen Pazar, sözde ulvi şekilde;
Filistin halkına destek için Galata Köprüsü’nde yapılan mitingde, 

kimilerine göre; PKK ve İsrail terörü lanetlenmiş,

izleyenlerin çoğu açısından ise;

açık açık şeriat ve hilafet çağrısı yapılmış,

laik Cumhuriyet ve tartışılmaz yasaları yok sayılarak; hilafet bayrağı açılmış,

olay; laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir kalkışma çağrısına dönüşmüştür.

 

Kimilerine göre ise;
Hilafet bayrağı, üzerinde “Allah’tan başka ilah yoktur” yazan masum bir bayraktır.

(Bunun orada “Hilafet” bayrağı maksadıyla açılmadığına(!) inananların, öznel yorumu)

 

Yani, sizin anlayacağınız;

yasalarımızda açık suç olan fiiller,

alçakça Gazze’de öldürülen masum çocukların kanı öne sürülerek,

bu Cumhuriyet’e karşı darbe çağrıları için, araç olarak kullanılır hale gelmektedir! 

 

TCK’nın 309. Maddesi’ne göre;
ağırlaştırılmış müebbetlik suç olan bu rejim değiştirme çağrıları,

hiçbir kılıfla örtülemez!

 

O günün bir diğer olayında ise;

Yıldız Teknik, 4. sınıfta elektronik okuyan Ege Akersoy isimli öğrenci, 

bu bayrağı açıp halifelik çığırtkanlığı yapan bir göstericiye yumruk atmış;

bunun sonucunda, sadece kendisi tutuklanmıştır.

Daha da ötesinde, onu savunan gazeteci Fatih Altaylı hakkında da soruşturma açılmıştır.

 

BAŞA DÖNERSEK…

 

Şimdi lütfen elinizi vicdanınıza koyun:

Bu ülkede kim;
hangi yasalara göre yargıçlık,

hangi yasalara göre polislik, 

hangi yasalara göre gazetecilik,

hangi yasalara göre üniversite öğrenciliği yapacaktır?

 

Bu ülkede, artık;
neyin suç, 

neyin mubah olduğu belirsiz hale geldiğinden,

her türlü çift yönlü delirme emareleri ve şizofrenik algılar yaşanabilmektedir!

 

Mesela; TFF Başkanı,

Türk sporunun göz bebeği olan 100. Yıl Süper Kupa finalini

Suudi Arabistan’a alacağım diye, kimseleri dinlemeden tutturabilmekte;

başlangıçta fahiş fiyatlara satılan biletlerin,

ilgisizlikten 10 riyale (79 TL) kadar düştüğü, bomboş görünen bir stadyumda

fiyasko patlak verdikten sonra; sosyal medyadan “Bunlar dezenformasyon!” diyerek;
maça 1-2 saat kala dahi, maçın oynanacağını iddia edebilmektedir!

 

UEFA ve FIFA ile ilgisi olmayan bir maç için,

bu kurumlar bir bahane olarak kullanılmakta,

bu maç hakkındaki tüm tasarrufların, normalde; doğal Akışta, TFF’ye ait olduğu gizlenmektedir.

 

Örnek:

Zaten UEFA’ya bağlı bir maç olsaydı,

milli marş çalmak, tabii ki; gündeme gelemezdi.

 

UEFA’ya göre; milli marşlar sadece ülkeler arası milli maçlarda kabul edilir.

Halbuki; bu karşılaşma, tamamen 100. Yıl için yapılan,

büyük bir efsane “Türkiye Finali”dir,

 

Cumhuriyet ve Atatürk;
sloganları ve görüntüleriyle bu maçın doğal merkezindedir.

 

Suudiler’in tabii ki;
ne formalar, ne de sloganlar konusunda bize söyleyebilecekleri hiçbir şey olamaz!

Yeter ki; onları doğrudan hedef alan bir şey içermesinler…

 

Her iki kulübümüz de o gün şiddetli alkışı hak ederek, yurda dönmüştür.

Koç’un; “Atatürk yoksa, Türkiye de yok, biz de yokuz, maç da yok!”

sözleri, artık; tarihe kalmıştır.

 

Son günlerde ise;
yandaş medyanın Koç’a yönelik münasebetsiz saldırıları, 

faturayı; yalnız Fenerbahçe’ye çıkarmayı amaçlayan, beyhude ve zavallı girişimlerdir.

 

Bu arada;
Galatasaray’ın da karara ortak olduğunu saklamadan ve zaman kaybetmeden,

bu yiğitler meydanına korkusuzca atlaması, sorumluluk alması lazımdır.

 

Keza; Türkiye bugün, hangi hukuk sistemi ile kim tarafından, nasıl yönetilmektedir?

Anayasa, geçerliliğini hala korumakta mıdır?

 

Polis, sokak gösterilerinde;
Atatürk Türkiyesi’nin yasalarını mı uygulayacaktır,

yoksa; söylemi ve gücü kendinden menkul şeriatçıların, tarif ettiği Türkiye’nin yasalarını mı?

 

Polis sokakta;
Hilafet bayrağı ile gösteri yapana mı yönelecektir,

yoksa; ona “Sen kim oluyorsun?” diye tepkisini veren, Atatürkçü’ye mi?

 

Hizb ut-Tahrir;
Antalya polisinin yaptığı gibi üzerine gidilecek bir terör örgütü müdür,

yoksa; Ankara’da yapıldığı gibi görmezden gelinecek bir yabancı misyon mu?

Adamlar zaten; açıkça laik Anayasayı kabul etmediklerini haykırırken…

 

Parlamento;
milletvekili yemini etmiş şerefli siyasilerin buluştuğu dokunulmaz bir mekan mıdır,

yoksa; korkmadan bölücülük yapılabilen,

“özerklik rahatça tartışılsın” denilebilen, ne olduğu belirsiz bir saha mıdır?

 

Türkiye;
6-7 yaşında kızların Kuran kursuna gönderildiği ve

oradan şu ya da bu tarikatçıya “eş” olarak sunulduğu yobaz bir ülke midir,

yoksa; Cumhuriyet’in tartışılmaz Medeni Hukuk ve Eğitim yasalarının geçerli olduğu

bir çağdaş ülke mi?

 

Apartman güvenlik görevlinizden örnek verecek olursak;

zilinizi çalıp misafirliğe geldiğini söyleyenler size çiçek mi getiriyorlar,

yoksa; evinizi ve yaşamınızı kastedecek bombalar mı, artık onun da bilmesine imkan yok;

hatta; daha da beteri, belki; bilse de anlasa da yine kımıldamaya artık hakkı yok!!!

 

Bu soruları ve örnekleri çoğaltmak ve bu makaleyi uzatmak gayet mümkün…

Ancak; siz beni anladınız.

 

Şizofreniyi bu arada;
kimin yaşadığı,

kimin içselleştirdiği,

kimin yaşattığı da belirsizdir.

 

Ancak; bu ülkeyi, “çoklu organ yetmezliği”ne kurban vermek istemiyorsak;
acilen, bu ülkenin her sorumlusu, her kurumu, her ferdi, aklını başına alıp;

vidaları çıkmış, ipini koparmış mevcut ortama müdahale ederek,

bu gidişata dur demeye mecburdur.

 

Burada ilk hamle de Erdoğan’dan gelmelidir.

Anayasa’yı koruyarak;
kendi güç ve yetkilerinin sahibi olduğunu kanıtlamalı,

AYM kararlarının, tartışmasız şekilde uygulanmasına; bekçilik etmelidir.

 

Ayrıca; FETÖ darbesine karşı çıkmış olmak yetmez!

Cumhurbaşkanı, her türlü darbeye karşı olduğunu göstermelidir.

 

Bu ülkede;
ne yargı yoluyla, ne sokak ve şiddet yoluyla,

marjinal oluşumların; darbe yapmayı aklına dahi getirmeye hakkı olmadığını vurgulamak,

önce Cumhurbaşkanı’na, ardından; her birimize düşer!

 

 

 

Bedri Baykam







Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER GÜNDEM Haberleri

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HABER ARA